Ana Sayfaya Dönüş

Sedef Özkan'ın 2005 yılında yazdığı yazı

EMEK SİNEMASI VE NAZIM HİKMET

Uzundur gidemedim Emek Sineması’na... evimin yanıbaşındaki Bahariye sinemalarının keyfini sürdürdüğümden olsa gerek... ama sadece filmler değil, Emek çağırır beni Beyoğlu’na... Bi başka koku, bi başka renkâhenk...
1994...
Hayatımın en güzel sinema yılı...
İşsizliğimin denk düştüğü en güzel Nisan... Hatırlıyorum da, bir o kadar da zor bir dönemin içinden geçerken sinema büyüsüyle harelenmiş, dönüştüğüm, büyüdüğüm yıl... En zorlu öykülerin yazıldığı yıl... Sonra sonra tortularının bile beni ürperttiği yıl...

Bi taraftan işsizlik, bi taraftan onca film seyretme sevdası. Paranın her geçen gün değerinin yitirdiğinin güzel bir kanıtı; şimdi işliyken, hadi diyelim zaman yarattım, o kadar film seyredemem çünkü!

Kaşar tostlu, çaylı ve Birinci sigaralı sinema aralarının hüzünlü keyfi...

Jules ve Jim’li, Orlando’lu âlemlere seyahatler...

Çıplak’la Mike Leigh, Yağan Taşlar’la Ken Loach ile tanışmam ve bir daha onları bırakamamam... Avrupa sinemasının, sapına kadar gerçekçi, bir o kadar yalın ama ruh fırtınası estiren iki yönetmeni... Çağımızın en büyük yönetmenlerinden... İkisi de.. sanki çaktırmadan paslaşıyorlar. Aynı takımın olağanüstü iki oyuncusu.

Peki ya Katrin Cartlidge?
Çıplak’da beni etkileyen keskin yüzü, Yağmurdan Önce ile hafızama kazınmıştı. Birkaç sene önce ölüm haberini duyduğumda içimden bir şeylerin aktığını, yittiğini hissetmiştim. Sanki yiten, onunla tanıştığım 1994 yılının bir daha asla geri dönmeyeceğinin idrakiydi! Gencecik bir oyuncu, hiç de gürültü çıkarmadan oyunculuğunu konuşturmuş, sonra bir anda çekiverip gitmişti... çekiverip gitmişti, çekiverip gidiyorduk... her şey bu kadar basitti; çekiverip gitme üzerine kuruluydu düzen. Bu yüzden antrenman yapıyoruz ya sürekli çekiverip gitmeler üzerine, en büyük çekiverip gitmeye hazırlık olsun diye!

Kedileri seyretmek, çekiverip gitme ruhuna biraz olsun erebilmek için iyi bir derstir. Göz açıp kapayıncaya kadar fikir değiştirirler; sizinle ilgilendiğini sanırsınız ama birdenbire bir sinek çok daha fazla meraklarını celbeder.

1994’ün en güzel şeylerinden biri Emek sinemasının sinemasever kedisiydi. Botlarıma sinmiş kedi kokusundan olsa gerek, film sırasında beni bulur, kucağıma oturuverirdi. Sonra beraber film seyrederdik. Şimdiye dek, onun kadar konsantrasyonu güçlü bir kediyle karşılaşmadım! Tabii bu benim işime geliyordu, çünkü koca sinemada beni bulması, kucağıma oturması, mırıl mırıl birlikte film seyretmemiz beni mestediyordu! Elbette canı istedi mi çekip giderdi; çünkü o ders alınacak muhteşem bi kediydi!

Bu kış, Bahariye yepyeni bir kültür merkezine ‘merhaba’ dedi. Nazım Hikmet Kültür Merkezi’ne...http://www.nazimhikmetkulturmerkezi.org adresinden detaylara ulaşabileceğiniz kültür merkezi, yepyeni dünyaların kapılarını açıyor bize... Osmanağa Mahallesi, Ali Suavi Sok. No:7 adresinde yeni bi dostum var artık... Adı Bekir... Önce kültür merkezinin açılışının yapıldığı gün görmüştüm onu... bebekti daha ama gözleri fıldır fildır; yaramazlık da sınır tanımıyordu. Geçenlerde gittiğimde, Emek’in sinemasever kedisine nispet hoopppp kucağıma oturuverdi... Cüssesiyle beraber, tüm kedilik, dolayısıyla yaramazlık huyları da gelişen Bekir beni 1994’e götürüverdi. Ha 94, ha 2005... onca yıl geçmemiş sanki... anlar nasıl da birleşiyor ve yaşanmışlıklardan yepyeni bir öykü oluşturabiliyor! ah kediler işte... sihirin anlamını çözmüşler! ne çok şey biliyorlar!

Yine Nisan geliyor...
Yine sinema geliyor...

Botlarımda kedi kokusu belki artık yok...
Belki Emek’in kedisi de artık yok... ama biliyorum Bekir var!
Ve başka kokular... bambaşka izler... Sinemasever kedim olmasaydı asla bulamayacağım izler...


Yaşamın kokusu Nisan’a bi başka siniyor!..